Şirketinizin Genetik Kodu Emin Ellerde Mi?


Çalıştaylar, marka toplantıları, vizyon belirleme çalışmaları, odak müşteri araştırmaları ve bunlar gibi bir çok çalışma ne için yapılıyor? Marka konumlandırması ve yönetimi için elbette. Bu çalışmalar sayesinde şirketin genetik kodu korunarak müşteri beklentilerinin evrimleşmesine ayak uydurulmak isteniyor. Müşteri taleplerinin hızla değiştiği günümüz perakende dünyasında bu çalışmaların önemi kesinlikle yadsınamaz.
Ancak şöyle bir gerçek var ki genellikle gözden kaçıyor. Bu kadar çaba harcanarak oluşturulan genetik kod en nihayetinde müşteri ile bire bir temasta olan kişilerin ellerine emanet. Şirketin genetik kodunun oluşturulması kadar önemli olan nokta bu kodun bu kişilerce tam olarak anlaşılabilmesidir.

Örneğin yeni bir ürün piyasaya çıkardığınızda bunu satış ekibine iyi anlatamamışsanız, satış noktasında müşteriyle birlikte kafa kafaya verip "valla abi, dediğin gibi, bence de olmamış bu ürün" diye dertleşen satış ekipleri olması işten bile değil. Ya da şirketinizin gelecek beş yıllık planını ekip yöneticilerinizle paylaştığınızda onlar ekiplerine "onu bunu bilmem, beş yıl içinde bunlar olacakmış, bence zor ama müdür öyle istiyor" diye aktarırsa bütün çabalar ipe un sermekten öteye gitmeyecektir.

İşte bu yüzden olaya "genetik kod" adını verdim. Genetik dizilimdeki çok küçük bir değişiklik tamamen farklı bir canlı türüne ait oluyor. Yani ekibinizin müşteriye aktardığı bir yanlış bilgi müşteri tarafından markanız hakkında farklı fikirlere yol açabiliyor.

Müşteriyle iletişim halinde olanlar sadece satış ekibi değil elbette. Müşteri ilişkileri departmanları da marka ve müşteri arasındaki algı yöneticileridir. Öyle ki günümüzde farklı nedenlerle de aranmaya başlasa temel olarak şikayet dile getirmek için farklı kanallardan ulaşılan müşteri hizmetleri şirketin genetik kodunu aktarmada en önemli noktalardan birisidir. Buradaki en büyük tehlike müşteri ilişkileri hizmetinin büyük çoğunlukla şirketler tarafından dış kaynaklı olarak yönetilmesidir. Yani sizin şirketinizle birlikte başka birçok firma için çalışan "call center” firmalarında çalışan ve müşterinizle evinde, iş yerinde, otobüste, arabada yani özel yaşam alanında iletişime geçen bu kişilerin şirketinizin aynası olması gerekmektedir.

Bir de günümüzde e-ticaretin gelişmesiyle birlikte müşterilerimizin evine giden birileri daha var; kargocular, kuryeler ve sanal market görevlileri. Bu kişilerin çok önemli bir yükümlülükleri var ki maalesef çoğu şirket bunun farkında değil. Bu kişiler aracılığıyla müşteriler bizi kendileri için en değerli alana, özel yaşam alanlarına kabul ediyorlar. Günlük koşuşturmacada çok üzerinde durmadığımız ama aslında çok önemli bir nokta bu. Hiçbir profesyonel marka müşterisinin evine satış ekiplerini sokamaz çünkü orası kişisel alandır ve çok değerlidir. İşte e-ticaret sayesinde artık mutlu yuvasında bize kapısını açan müşterimizle markamız adına bu kişiler görüşüyor. Siz istediğiniz kadar milyon dolarlık reklamlar yapın, o kapıya giden kişi suratsızsa, ter kokuyorsa, elleri kirliyse veya kıyafeti özensizse beş duyu yoluyla müşteride o an bir algı oluşur. Bu algıyı değiştirmek çok kolay değildir. İşte bu noktada müşterinin kapısına giden temsilcilerimiz şirketimizin genetik kodunu belirler.

Peki bu kadar önemli bir konuyu tüm çalışanlarımıza nasıl benimsetebiliriz?
Bunun en kolay yolu sadelikten geçiyor. Şirketlerin birçok hedefi ve bu hedeflere ulaşmak için birçok yolu vardır ancak bir şirketin iş yapış şeklini tüm bu yoları kapsayan bir çatı altına toplamak anlaşılır bir davranış sergilenmesine imkan sağlar.

Genetik kod, temel bir veri içermeli ve herkes tarafından kolay anlaşılmalıdır. Ayrıca uyumluluk durumu kolayca tespit edilebilir olmalıdır. Müşteri markanın kapısından girdiğinde veya markamız müşterinin evine ya da işyerine gittiğinde müşteride aynı hissi uyandırmalıdır.

Temel bir veri derken bu noktada güzel bir örnek olduğu için BMW şirketinin 2010'lu yıllarda markanın genetik kodunu tamamen "keyif" üzerine çevirmesini örnek verebiliriz. İşte yukarıda çatı olarak bahsettiğim durum tam da budur. BMW ürettiği araçlarda sadece keyif mi veriyor? Tabi ki hayır. Hız, estetik, ergonomi, güvenlik, performans, teknoloji gibi bütün özelliklerde yenilikçi tavrına devam etti ancak bunların tümünü yaparken markasına belirlediği çatı unsuru keyif olarak tanımladı. Böylece üretim hattında çalışan işçiden kilometrelerce uzakta bir ülkede satış yapan galeriye kadar bütün ağ genetik kodu kolayca algıladı, "keyif". Sonrası reklamlarla, üretim, satış ve satış sonrası ekiplerinin eğitimleriyle güçlü bir şekilde desteklendi ve sürekli bir sistem kurularak bu genetik kod bütün şirkete yayıldı.
Bir banka için bu kod "güven"; bir restoran için "damak tadı"; bir perakendeci için “yenilikçi" olabilir.
Bu örnekler sektöre ve şirketin yapısına göre çoğaltılabilinir.
Burada önemli olan nokta bir temel veri belirleyip sonra bütün vizyonumuzu bunun etrafına sararak müşteriye ulaşırken bunu tüm çalışanların benimsemesini sağlamaktır.

What is The Matrix?



Yıl 1999...
Bir cumartesi öğleden sonrası bütün dünyanın konuştuğu "The Matrix" filmi için sinemaya gitmiştim tek başıma.
Öğleden sonra seansına almıştım biletimi.
Cebimde sinemaya gizliden soktuğum kutu kola ve bir paket bisküvi. Malum öğrenci halimle sinemada beş katı pahalı satılan abur cuburları almaya bütçe yetmiyordu.
Seans başladı ve salona girdim. İçerisi tıklım tıklım. Koltuğuma oturup arkama yaslandım ve tam iki buçuk saat boyunca o koltuktan kalkamadım. Filmin büyüsü bozulmasın diye araya bile çıkmamıştım.
Film bittikten sonra sinemadan çıktım ve kafamda yüzlerce soruyla dünyaya başka bir gözle bakmaya başladım.
"Matrix nedir?"
"O çocuk o kaşığı nasıl büktü?"
"Günlük hayatımızdaki kırmızılı kadın kim?"
"Nokia 8110 almak için kaç ay para biriktirmem lazım ?"
gibi yüzlerce soru!
Ve aradan yıllar geçti. Zaman değişti.
Şimdi filme bunca zamanın ardından baktığımda görüyorum ki "Matrix" aslında biziz, biz de bilgiyiz.
Eminim bugüne kadar birçok "Matrix" incelemesi okumuşsunuzdur. Ben de yeni bir bakış açısıyla bakmak istiyorum.
Nasıl mı?
"Matrix" kelimesinin İngilizce anlamına baktığımızda karşımıza ilk çıkan açıklama "birşeyin geliştiği kültürel, sosyal ve siyasal çevre" oluyor. Yani bir nevi içinde yaşadığımız ortamı kastediyor. 
Aslında aşağıdaki sahne "Matrix"in ne olduğunu bütün çıplaklığıyla anlatıyor. Bu sahnede Morpheus ve Neo' yu beyaz bir arka planda görüyoruz. Böylece tamamen konuya odaklanıyoruz. Morpheus Neo' ya "Matrix"in aslında bir yanılsama olduğunu söylüyor. İnsanların kendilerini içinde yaşadıklarını zannettikleri bir yazılım olduğunu anlatıyor. Bu yazılım sayesinde bir hayal dünyasında yaşadıklarını ve gerçek dünyanın artık bir harabeye dönüştüğünü söylüyor ve ona gösteriyor. Sonra da o meşhur soruyu soruyor.
"What is The Matrix?"
Ardından da ekliyor: "Matrix" bilgisayarların bizi kontrol altında tutmak için oluşturduğu bir hayal dünyasıdır."


Sonrası malum. Üç filmlik bir görsel şölen.
Peki Morpheus' un anlattığı hayal dünyasını bilgisayarlar nasıl oluşturuyordu?
Şimdi farkına varıyorum ki 1999 yılında bunu çözememişim.
Ancak günümüzde teknolojinin geldiği noktada artık bunu çözümlemek işten bile değil.
Yine filme dönersek bilgisayarların insan ceninlerinden enerji elde ettiği "cenin tarlaları"nı anımsarsınız. İşte o tarlalar aslında günümüzün en popüler olgusu olan "internet". Filmde bu tarlalar için bilgisayarların beslendiği enerji tarlaları deniyor. Peki bilgisayarlar için enerji nedir?
Bilgidir.
Yani filmde aslında cenin tarlaları ile internet, enerji ile bilgi kastediliyor. Bu allegori tam olarak internet sayesinde günümüzde insanoğlundan toplanan bilgiyi işaret ediyor. Bu bilgi sayesinde insanlar kendi iradeleri dışında internet çağının onlara söylediği şekilde yaşıyorlar. Yani "Matrix"te yaşıyorlar.
Efendim?
"Hadi canım, internet nasıl beni yönetsin ben onu yönetiyorum?" mu dediniz? 
Morpheus ne demişti hatırlayın. "İnsanlar gerçek zannettikleri bir dünyada yaşıyor"
Yani irademiz dışında yönlendiğimizin farkında değiliz demek istiyor.
Hangi ayakkabıyı alacağına, hangi yemeği yiyeceğine, hangi giysiyi giyeceğine, hangi telefonu alacağına sadece sana sunulan seçenekler içinden birini seçerek karar veriyorsun. Hatta çoğu zaman seçeceğin şeye farkında olmadan yönlendiriliyorsun.


http://thescienceexplorer.com/technology/robots-could-learn-new-skills-watching-youtube
The Science Explorer' da Ocak 2016' da yayınlanan bir makalede robotların Youtube videoları izleyerek insan becerilerini öğrenmeye başladığı yazılmıştı. Bu makaleye yukarıdaki analizimizden bakacak olursak Youtube  cenin tarlası, videolar da bilgi oluyor.
Milyarlarca fotoğraf, video ve yazıdan oluşan bilgi tarlaları , onlardan bu bilgiyi hasat eden robotlar (bilgisayarlar) ve bu bilgileri milisaniyelerle değerlendirip bize uygun seçenekler sunan bir sistem: "Matrix' e hoşgeldiniz!"
O zaman soru şu?
Sonsuz seçenekli bir seçim mi sınırlı seçenekli bir seçim mi özgür iradedir?
Kararını sen ver!  
Burada amacım dünyayı robotlar ele geçirecek, bizi köle yapacaklar gibi komplo teorilerine girmek değil elbette. O konu bilim-kurgu yazarlarının işi.
Ben perakendeci bir mühendis olarak bir durum tespiti yaptım. Benim işim bu tespiti iş hayatına nasıl uyarlarız ona kafa yormak.
Perakendenin ve onunla birlikte tabii ki pazarlamanın geleceğinde bilgi enerjisi yatıyor. Amacımız bu enerjiyi en verimli nasıl kullanırız sorusuna çözüm getirmek.
Sizce bilgisayarlarla birlikte ortak bir gelecekte en verimli çalışma hayatına nasıl ulaşacağız?
Kahve molalarında bunu bir düşünün derim!
Selamlar.

"Minority Report" ve Pazarlamanın Geleceği



2002 yılında vizyona giren Tom Cruise' un başrol oynadığı "Minority Report" filmini birçoğunuz izlemişsinizdir.
Bu film mükemmel senaryosunun ötesinde bize teknoloji ve pazarlamanın geleceği hakkında da birçok ipuçları vermektedir.
İzleyenler bilir; filmde insanların sosyal hayatlarındaki davranış ve yaşadıkları şeylerden elde edilen veriler sayesinde "kahinler" denilen üç kişilik bir insan/yapay zeka karışımı varlık tarafından suç işlemeden önce suçluların yakalanması konusu anlatılıyor. 
Filmde kahinler olarak gösterilen olgu aslında günümüzde "Big Data" (büyük veri) dediğimiz bilgiyi elde eden ve depolayan internettir.
Bu veriler sayesinde insanların günlük yaşamları sürekli incelenerek gelecekte gösterecekleri davranış biçimleri büyük bir isabetle öngörülebilmektedir.
Filmde alışveriş merkezinde geçen sahnelere dikkatle baktığınızda alışveriş merkezindeki göz tanıma kameraları ajan John' un gözlerini tarayarak ona kişisel reklamlar sunmaya başlarlar. İlerleyen sahnelerde ise bir kaçak olduğundan başkasının gözlerini bir ameliyatla kendine geçirir ve daha sonra bir GAP mağazasına girer ve sistem artık onu Bay Yokomoto olarak tanıyarak kişisel beden ölçülerinde kıyafetler önerir.
İşin hikaye kısmı böyle.
Bizi ilgilendiren kısmı ise bu sahnelerde pazarlama ve reklamcılığın geleceğini görmemizdir.
Kişisel pazarlama ve reklamcılık günümüzde dijital cihazlarımızdan davranış ve internet arama sonuçlarımıza, mektuplarımızda yazdıklarımıza göre bize uygun reklamlar vermeye başladı zaten.
Hepiniz fark ediyorsunuzdur.
Apple' ın geçtiğimiz günlerde tanıttığı Face ID ve diğer firmaların da benzer uygulamaları sayesinde filmdeki bu sahnenin gerçek hayatımıza girmesine ise çok az zaman kaldı.
Pazarlama ve reklam dünyasının ulaşmak istediği hedef de tam olarak budur. Günümüz dünyasında cep telefonlarımız ve bilgisayarlarımızdaki uygulamalar sayesinde konum, fotoğraflar, duygu durumumuz, özel yazışmalarımız, parmak izimiz, göz merceğimiz, alışveriş alışkanlıklarımız, müzik zevkimiz ve bunlar gibi birçok kişisel verimiz artık internette.
Bu veriler sosyal medya şirketlerinin ana servis sağlayıcılarında analiz edildikçe de reklamlar artık bu yol üzerinden bize ulaşmaya başlayacak.
Öyle ki yakın gelecekte şirketler biz birşeyi almaya karar vermeden önce ne almak istediğimizi bilecek duruma gelecekler.
Heyecan verici değil mi?
Pazarlama ve reklamcılık okuyan ya da bu sektörlerde çalışanlara tavsiyem teknolojik gelişmeleri takip ederken bunları günlük hayata nasıl uyarlayabilecekleri konusunda hayal güçlerini harekete geçirmeleridir.
Tabi bir de bundan sonra bilim kurgu filmlerini başka bir bakış açısıyla da izlemelerini öneririm.
İyi Çalışmalar.

Bir Perakende Serüveni: 2101

21 Ocak 2101 Cuma. Saat 09:05. Mis gibi kızarmış ekmek kokusuyla uyandı bu sabah Mustafa. Pencereden yüzüne vuran gün ışığına göz...