Vizyonunuzun Sınırı Nedir?


Haydi klasik misyon ve vizyon şablonlarını bir anlığına kenara bırakalım.
Gelin biraz kutunun dışına çıkalım.
Dünya değişiyor…
Teknoloji ilerliyor, hayatımızı kolaylaştırarak bir parçası haline geliyor. Hatta kolaylaştırırken artık hayatımıza yön de veriyor.
Örneğin; kıtalararası ulaşıma bakarsak bir önceki yüzyıla göre şaşkınlık uyandırıcı duruma geldi.
Uçakla seyahat sayesinde dünya küçüldü. Ama vizyoner insanlar şimdi bunun daha da ötesine geçmek istiyor.
“World Link” projesiyle Rusya, Bering Boğazı’ ndan tüp geçit yaparak iki kıtayı birleştirmeye hazırlanıyor(*).
“Transatlantic Tunnel” projesiyle İngiltere, vakumlu bir tünelle New York’ a seyahati amaçlıyor(**).
Dünyada bunlar olurken biz de “vizyon” algımıza yeniden bir göz atalım isterseniz.
Vizyon; daha sonra olabilecekleri düşünme işi, ileri görüş, ülkü olarak açıklanıyor sözlükte.
İşte anahtar kelimeler de bunlar zaten.
İleriyi görmek, beklenenin ötesine geçmek, bir ülkü oluşturmak, vizyonumuzu yansıtıyor.
Bu açıdan baktığımızda günümüzde şirketlerin vizyon olarak ortaya koydukları cümleler çok temkinli ve ulaşılabilir kalıyor. Zaten hali hazırda yaptıklarını vizyonlarına yazarak şirketler “tutamayacağımız sözü vermeyelim”, "kendimizle dalga geçirtmeyelim" mantığıyla hareket ediyorlar. Oysa hali hazırda yapılan ve yapılması gerekenleri misyonumuzda yani görevlerimiz olarak nitelediğimiz kısımda ele almalıyız.
Vizyonumuz tüm çalışanlarımızın günlük rutinden başını yukarı kaldırarak ufka bakıp hedeflemeleri gereken bir ideaya yol göstermelidir.
Şimdi bu bakış açısıyla 2031 yılında Mars’ a ilk öncüleri göndermeyi planlayan “Mars One Project” için çeşitli sektörler gözünden vizyoner olarak bir bakalım:
  • Bir tekstil şirketinin ilk öncülerin kıyafetlerini üretmeyi
  • Bir gıda şirketinin ilk öncülerin yiyeceklerini üretmeyi
  • Bir ilaç şirketinin ilk öncülerin medikal gereksinimlerini üretmeyi
  • Bir otomobil şirketinin ilk öncülerin ulaşım araçlarını üretmeyi
  • Bir iletişim şirketinin ilk öncülerin iletişim araçlarını üretmeyi
  • Hatta bir lahmacuncunun Mars’ taki ilk restoranı açmayı
vizyon olarak benimsemesi ileriyi görmek ve planlamak açısından bugün çalışanlarına daha da güven verecektir.
Günlük rutin işlerini yaparken, şirketinin insanoğlunun geleceğinin bir parçasını dizayn ettiğini bilmek hangi çalışana heyecan vermez ki, bir düşünün!
Gelin günlük, aylık hatta uzun dönemlik hedefleri ve görevleri misyonumuz olarak benimseyelim. Vizyonumuz ise çalışanlarımızın ufkunu açsın, yaratıcılıklarını geliştirsin.
"Tüm çalışanlarımızın yılda en az bir kez yurtdışına seyahat etmesini sağlayan bir şirketiz." misyonuyla şimdiki zamana,
"Mars' a gidecek olan kolonileri biz giydireceğiz" vizyonuyla geleceğe bakan bir şirket düşünün!

Bir anlığına da olsa lütfen bunu düşünün!

Bu vizyon ve misyona sahip bir şirket bu ilkelere uygun kişilerle yola devam ettiği sürece kendisine katılan ekip arkadaşlarını da geliştirir ve şimdiki zamanda emin adımlarla ilerlerken kendini de geleceğe hazırlar!

Haydi şimdi duvarınızda yaldızlı çerçevede asılı duran vizyonunuza son bir kez daha bakın!
Ve harekete geçin! 

Kaynaklar:

Okumanın Yönetime Etkisi


Yöneticilik kariyeri için kendini aday gören ya da sizin aday olarak belirlediğiniz ekip arkadaşlarınızı genellikle hangi kriterleri göz önünde bulundurarak değerlendiriyorsunuz?
Verilen görevleri zamanında yapması: Tamam!
Verilen görevleri başarıyla yerine getirmesi: Tamam!
Verilen görevleri mesai saati gözetmeksizin takip etmesi: O da güzel!
Peki sadece bunları çok iyi yerine getiriyor olması terfi ettiği yöneticilik pozisyonunda kendisine yetecek mi?
"Bu arkadaşımız çok çalışkan ve işini iyi yapan biriydi ama yönetici olduktan sonra bocalamaya başladı? Neden acaba? ”
Bir işi çok iyi yapmanın bir ekibi çok iyi yönetebilecek olmaya işaret etmediğini uzun yıllardır tecrübe ediyoruz.

Bu durumla ilgili şöyle bir tespitim var:
"Okumayan çözüm üretemiyor, yönetemiyor!”
Yönetici adaylarınızın kitap okuyup okumadığına dikkat edin!
Okuduğu son kitap yıllar önce ders ödevi olarak zoraki okuduğu kitap olan adaylar hakkında bir kez daha düşünmekte fayda görüyorum!
Çok mu katı bir tespit?
Gelin o zaman biraz irdeleyelim.

Kitap okumanın insana kattığı en önemli özelliklerden biri "empati kurma"dır. İnsan kitap okurken beyni kitabın içindeki imgeleri canlandırıp adeta herbirini bir karaktere büründürüp onların yerine düşünüp onlarla hareket etmeye başlar. Olaylara başkalarının gözünden bakma konusunda ustalaşır, kendini kitabın içindeki maceranın bir parçası olarak görerek özdeşleştirir. Hatta bu nedenle genellikle okuduğu kitap bittiğinde insan hüzünlenir. Çünkü beyin kurduğu dünyanın sona ermesini istemez.
İş hayatında yöneticilerin ekiplerini yönetirken en çok zorlandıkları konu; empati kurmaktır. "Ekibimi nasıl anlayabilirim?" demek yerine "ben yöneticiyim, benim dediğim gibi yapacaksan yap yapmayacaksan yaz istifanı git" demek daha kolay gelir yöneticilere! İşte empati burada devreye girer ve yönetim meselesinin ünvanla değil insanları anlamaya çalışmakla, onlarla empati kurmakla ilgili olduğu daha net anlaşılır!

Kitap okumanın diğer bir artısı da "farklı bakış açılarına saygı duymak"tır.
Okuduğu kitapta insan o güne kadar aklına gelmeyen onlarca farklı bakış açısının bir araya geldiğinde nasıl sonuçlar doğurabileceğini görür. Olaylara farklı noktalardan bakıldığında  nasıl farklı çözümler üretilebileceğini özümser.
İş hayatında yine çok sık karşılaşılan bir durumdur farklı bakış açılarına karşı duyarsızlık. Yönetici kendi doğrularıyla çelişen bir bakış açısını dile getiren ekip üyesinin onun gücüne zarar vereceğini düşünür ve bu nedenle farklı sesleri susturmak ya da hafife almak yoluna gider. Bu da ekip içinde özellikle girişken ve değişim yetkinliği güçlü kişileri küstürür. Oysa kitap okuyan bir kişi her fikre saygı duymayı hatta şans vermeyi genel karakteristik özellikleri içine kattığı için ekip içindeki farklı fikirlere destek çıkarak ekip üyelerinin özgüvenlerinin artmasını sağlar.

Kitap okumanın kazandırdığı en önemli özellik ise "çözüm üretme" yetkinliğidir. "Pi' nin Yaşamı"nda bir kaplanla iletişim kurmaya çalışırken "Semerkant"ta üç benzemez adamın nasıl olur da yakın arkadaş olabileceğine kafa yorar insan, anlamaya çalışır. "Olasılıksız" da beyin gücünün sınırlarını keşfetmeye çalışırken "Gılgamış"ta kahramanın karşısına çıkan sınavları onunla birlikte aşmaya çalışır. Bu örnekler sonsuz tabi. İşte tüm bunlar olurken beynimiz adeta bütün gücüyle hikayeye arka fon, müzikler, görsel efektler, kostümler, oyuncular ve diğer unsurları hazırlarken bir taraftan da hikayenin akıcılığını sağlamakla ve tüm bu işleri kusursuz bir düzen içinde okuduklarımızı bize en iyi şekilde aktarmakla uğraşmaktadır.
İşte "süreç yönetimi", işte "sonuç ve çözüm odaklılık”.

Tabi burada sadece kitap üzerinden gitsem de üzerinde durmak istediğim konu “okuma” şemsiyesi altındaki araştırma, gözlemleme, merak etme, öğrenme, vb. bütün aktiviteler için geçerlidir.




Söz konusu görev, yönetim ise; okumayan bir bireyin bu görevi layığıyla yerine getirmesi maalesef mümkün olmuyor. Bu nedenle yönetici işe alımlarında ya da atama ve terfilerde bu konunun göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyorum.

İş Hayatında İletişim ve "Kelebek Etkisi"


Ekibinizle farklı iletişim yolları geliştirin!
Genelde iletişim kurmak için en kısa yol olarak futbol ve siyaset tercih ediliyor. Fakat bu konular kişisel tercihlere dayalı oldukları için iş hayatında hiyerarşik ilişkiyi hızlıca ortadan kaldırıyor ve kaş yapayım derken göz çıkarılıyor. Bunun yerine ekibin hayata bakışını değiştirecek, işyerine farklı bir bağla bağlanmasını sağlayacak iletişim kanalları kurabilirsiniz.
Örneğin; müzeye ziyaretleri düzenleyebilirsiniz. Hem ucuz hem de ekibe farklı bakış açıları getirebilecek bir etkinlik olabilir.
Mesela çalışanlara Müze Kart hediye edip her ay farklı departmanlardan ekip üyeleriyle farklı bir müzeye gidilerek hem departmanlar arasında iletişimi arttırabilir hem de işyerinde futbol ve siyaset arasına sıkışmış kısır sohbetlerin değişimini sağlayabilirsiniz. Müze kart olmasa bile müze girişleri 7 ila 20 TL arasında değişen ucuz ama etkili bir etkinliktir, rahatlıkla bütçe ayırabilirsiniz.
Bu etkinlikler işinizin alanına göre daha spesifik de olabilir.
Örneğin; bir tekstil işletmesiyseniz kumaş türleriyle ilgili bilgi almak için bir atölyeye ziyaret düzenleyebilir ya da çeşitli moda evlerine, dokuma evlerine gidebilirsiniz.
Bir gıda işletmesiyseniz sattığınız ürünlerle ilgili bir sergiye gidebilir ya da satın aldığınız hammaddelerin üretildiği bahçelere ziyaret gerçekleştirebilirsiniz.
Bir sinema ya da tiyatro işletmesiyseniz ekibiniz için tematik (tür, yönetmen, ülke, vb) sinema seansları düzenleyebilir ya da bir film veya dizi setine ziyaret düzenleyebilirsiniz.
Bir banka işletiyorsanız darphane ziyareti ilginç olabilir.
Bir ithalat / ihracat şirketiniz varsa, ofis çalışanlarını gümrük limanına götürüp ürünlerin yüklendiği gemileri ziyaret edebilirsiniz.
Bu örnekleri çalışılan sektöre göre daha da fazla çeşitlendirebiliriz.
Buradaki temel amaç satışta görevli olan ekip arkadaşlarımızın bakış açılarını ve vizyonlarını günlük mola sohbetlerinin ötesine taşımaktır.
Ekibimizin ufkunu ne kadar genişletirsek hem bizlerin onlarla iletişim kanallarımızı hem de ekibimizin müşteriyle olan iletişim kanallarını geliştirmiş oluruz.
Bir bakmışsınız haftaya yemek molasında eşini, çocuğunu götürdüğü müzeyi diğer arkadaşına tavsiye eden ekip arkadaşlarınız olmuş.
"Berke, var ya! Babam beni Deniz Müzesi' ne götürdü hafta sonu. A ha böyle kocaman gemiler vardı! Büyüyünce ben de kaptan olacağım!"
Bir okul bahçesinde böyle bir sohbete vesile olmak da var işin ucunda :)
Bir bakmışsınız hiç tanımadığınız küçücük bir çocuğun hayatına dokunmuşsunuz!
Neden olmasın!
İşte "kelebek etkisi"!

Bir Perakende Serüveni: 2101

21 Ocak 2101 Cuma. Saat 09:05. Mis gibi kızarmış ekmek kokusuyla uyandı bu sabah Mustafa. Pencereden yüzüne vuran gün ışığına göz...