Egonuzu Yönetin!


İnsanız!
Egolarımız var, sürekli okşanmak isteyen bir gururumuz var. Elimizde olmadan iltifatlara, övgü sözlerine kaptırıveririz kendimizi bazen. Eksiğimizi, yanlışımızı söyleyenlere de ya dışımızdan tepki veririz ya da içten içe bileniriz.
Oysa ki yüzümüze karşı gerçek düşüncelerini söyleyenlerden alacağımız çok ders var. Çünkü dürüst insandan korkmaya gerek yoktur. Ama sizi sürekli pohpohlayandan korkmalısınız!
Çünkü sizi ne zaman zor durumda bırakacağını bilemezsiniz! Bazen bu öyle bir durum olur ki işinizden bile olabilirsiniz!

O yüzden herkese eşit mesafede durmak ve olumlu ya da olumsuz gelen her tepkiyi değerlendirmek bu tarz durumlara düşmemizi engelleyecektir.

"Kuşak" Meselesi


Pırıl pırıl gençleri "Y-Kuşağı şöyle, Y-Kuşağı böyle" diyerek sanki yeni bir canlı türüymüş gibi genelleyerek yabancılaştırmak büyük bir hatadır! 
Bunu gördükten sonra "Z-Kuşağı" için daha da endişeleniyorum.
Bugünlerde gazetelerde çıkan,
"Z-Kuşağı geliyor"
"Şirketler Z-Kuşağına hazır mısınız?"
"Bunlar Y-Kuşağından daha talepkar"
ve benzeri haberleri okudukça endişeleniyorum.
Çünkü çok değil yedi sekiz yıl önce aynı haberler Y-Kuşağı için de yapılmıştı.
Kuşak (nesil) kavramı insanlık varolduğundan beri var. Çünkü insanoğlu sürekli keşfeden ve kendini geliştiren bir varlık. Yeni gelen her kuşak doğal olarak yeni davranış biçimleri ve yaşam şekilleriyle bir önceki kuşağa göre farklı olacaktır. Ancak burada temel bir olgu gözden kaçırılıyor; kuşaklar farklı olabilir ama tür aynı yani "insan". Alışkanlıklar, davranışlar değişir ama içgüdülerimiz, hayatta kalma motivasyonumuz gibi temel insani duygularımız aynıdır. Bu nedenle şirketlerle bu gençleri birbirini yeni keşfetmiş iki canlı türü gibi yansıtmak yerine asıl çözüm bu gençleri okul çağında iş hayatına hazırlamaktır. 
Eğer bu başarılamıyorsa çözüm, şirketlerin eğitim departmanlarının yeni katılan gençlere "göstermelik" değil sağlam bir oryantasyon süreci kurgulamalarıdır.
Bu noktada da en büyük görev İK departmanlarının şirketlerdeki tecrübeli çalışanlarla birlikte el ele vererek "deneyim aktarımı"na dayalı bir süreç oluşturmasından geçiyor.
Ama maalesef birçok eğitimci bu konuyu işlerken "eski kuşak şöyleydi ama siz böylesiniz, onlar köle gibi çalışmayı seçtiler ama siz özgür ruhlusunuz, şirketler size göre evrilmek zorunda" gibi yapıcılığı bir kenara bırakın mevcut durumu daha da kötüye götüren, şirketleri ve yeni kuşağı kendilerine mahkummuş hissi veren mesajlarla bir kaosa sürüklüyorlar.

Değerli İK' cı arkadaşlar, şirketinizin yapısını sizden daha iyi hiçbir danışman ya da eğitmen anlayamaz. Danışman ya da eğitmenler "destek" almak içindir, çalışanlarınızı yönlendirmek için değil. Sizin en büyük kaynağınız mevcut tecrübeli çalışanlarınızdır. Lütfen bu değerli kaynağı küçümsemeyin. Çünkü gençlerin en büyük ihtiyacı hangi kuşağa ait olduklarını öğrenmekten çok iş hayatına nasıl uyum sağlayacaklarını öğrenmektir!

Doğaya Borcumuz Var!


Geri dönüştürülmüş her ton kağıt, 17 ağacın kesilmesini önlüyor!

Şimdi bu bilgiyi aklımızda tutalım ve düşünmeye başlayalım.
İş hayatında gün içinde umarsızca herşeyin çıktısını alıp, hatta bazen bir göz atıp çöpe attığımız onlarca yüzlerce sayfa kağıdı bir düşünün. Günlük koşuşturmaca içinde farkında değiliz belki ama kullandığımız her kağıt içinde yaşadığımız gezegenin akciğerlerine indirdiğimiz bir balta darbesi demektir.

Peki bu durumu bir şekilde tersine döndürmek ya da yavaşlatmak nasıl mümkün olacak?

Günümüzde artık birçok şirket bu konunun önemini kavrayarak "geri dönüşüm" kutuları sayesinde kağıtların çöpe gitmesini engellemektedir. Ancak bu durumda bile kağıtlar bu kutulara gitmeden önce de hala almamız gereken bazı önlemler, edinmemiz gereken bazı alışkanlıklar olduğunu düşünüyorum.

Kağıtların geri dönüşüm kutularına gitmeden önce de belirli aşamalarda kağıt israfını önlemede faydası olacağını düşündüğüm bazı basit çözüm önerilerini şöyle sıralayabilirim:


  • İçerik Oluşturma Aşaması: Öncelikle fazla kağıt harcamamak için sorunun kaynağında ilk önlemi almalıyız. Kağıda çıktısını alacağımız bilgileri daha bilgisayar ortamında oluştururken minimum alanda maksimum veriyi sığdırabileceğimiz şekilde hazırlamalıyız. Örneğin; bir e-postayı yazarken boş satırlardan kaçınmalıyız. Yazımızı mümkün olduğunca sık ve dolgun yazmalıyız ki mümkün olan minimum miktarda kağıt harcansın. Bazen bıraktığımız bu gereksiz boşluklar nedeniyle yazının çıktısını alırken bir satır için ekstra bir sayfa daha harcadığımıza şahit olmuşsunuzdur. Eğer o gereksiz boşluklar olmasa o bir satırlık sayfa çıkmamış olur.
  • Yazıcı Ayarları: Yazıcı ayarlarımızı "maksimum uzunluk" ve "maksimum genişlik" şeklinde ayarlayarak ve "çift taraflı yazdırma" seçeneğini seçerek hem kağıdın her iki yüzünü de kullanmış oluruz hem de bu yüzlerde maksimum alanı kullanmış oluruz. Sadece yazıcı ayarlarımızı bu şekilde ayarlayarak bile kağıt harcamamızı anında yüzde elli azaltmış oluruz.
  • Müsvedde Kağıtların Değerlendirilmesi: Kağıt israfını önlemenin bir diğer yolu da "müsvedde" dediğimiz kullanılmış kağıtların değerlendirilmesidir. Bazı çıktıların çift taraflı alınmaları yazının içeriği dolayısıyla mümkün olmayabilir. Böyle durumlarda sadece tek tarafı kullanılmış müsvedde kağıtlarımız birikir de birikir. Bir sabah bir temizlik görevlisinin bunları kucaklayıp çöpe attığını bile görebilirsiniz. İşte bu aşamada müsvedde kağıtların arka yüzlerinin de kullanımının bir alışkanlık haline gelmesi çok önemlidir. Hatta bu müsvedde kağıtlarını sekize bölerek küçük not kağıtları elde ederek de yeniden kullanabilirsiniz.
  • Geri Dönüşümün Sahiplenilmesi: Geri dönüşüm fikri etik bir kurum kültürü haline gelmediği sürece maalesef verimli sonuçlar elde edemeyiz. Şirket çalışanlarının özellikle temizlik görevlilerinin bu bilince sahip olması için çalışanların şirkete girdikleri andan itibaren bu kültürü benimsemeleri sağlanmalıdır. Bir çalışanın bu konuda eğitim alması kadar hatta ondan daha etkili olan durum; çalışanın müdürün masasında müsvedde kağıtlarından yapılmış not kağıtları kullandığını görmesi olacaktır.  

Kısacası basit ama uygulayıcı sayısı artarsa etkisi büyük olabilecek bu tarz çözümlerle hem doğaya verdiğimiz zararı en aza indirgemiş oluruz hem de maliyetlerimizi düşürmüş oluruz.
Ama en önemlisi, insanoğlu olarak yaşadığımız gezegenin kaynaklarını hesapsızca tüketirken ona olan vefa borcumuzu bir nebze de olsa ödemiş oluruz.
Çünkü...
Doğaya borcumuz var!

Esen Kalın!

"Unuttum!!!"


Gün içinde size sorulan kaç işle ilgili "unuttum" diyorsunuz?
Bu sayı, çalışma arkadaşlarınızdan serzeniş ya da tepki almaya başladığınız bir dereceye ulaşmışsa sorumluluk alma ve takip etme konusunda kendinizi değerlendirmelisiniz. 

Bu noktada iki seçeneğiniz vardır; ya bu konunun üzerine gidip kendinizi bu yönde geliştirmelisiniz ki bu oldukça mümkündür ya da fazla sorumluluk ve takip gerektirmeyen rutin bir iş bulmalısınız. Çünkü kendinizi huzurlu hissetmediğiniz bir işte çalışmak verimliliğinizi öldürür. 

Güvenli Satış/Hizmet Mesafesi


Müşteriye, siz yokmuşsunuz gibi rahat hareket edebileceği ama başını kaldırıp bir yetkili aradığında da bir göz temasıyla sizi görebileceği mesafede olmalısınız!
Güvenli satış/hizmet mesafesi!
Önemli bir konu. Misafirperver bir toplum olduğumuzu söylüyoruz ama bu konuyu bir türlü rayına oturtamıyoruz.
Alışveriş yapmaya bir mağazaya ya da yemek yemek için bir restorana gittiğinizde satış sorumlusu ya da garson ya "kişisel alan"ınızın içinden ayrılmayıp keyfinizi kaçırır ya da kendi dünyasındaki alanında sizi hiç görmez ona ulaşamazsınız, yine keyfinizi kaçırır.
Aslında satış yapan / hizmet veren olarak yapmamız gereken "görünür görünmez adam" olmak. Yani müşteriyi rahatsız etmeyecek bir noktada müşterinin ihtiyacı olduğu anda yardımcı olabilecek dikkatle işimize odaklanmak. Bu da müşterileri rahatsız etmeden sürekli bir göz taramasıyla mümkün olur. 
Emin olun bir müşteri, ihtiyacı olduğunda sadece göz temasıyla çağırabildiği satış görevlisi / garson olan mekanlarda daha keyifli vakit geçirir.

Hepimiz günümüzün belirli anlarında bir yerin müşterisi olup bunları yaşıyoruz. O yüzden biz müşteri olarak gittiğimiz bir mekandan ne bekliyorsak müşterilerimize de öyle davranmalıyız.

İK: İş Hayatının Can Damarı


Doğru kişiyi doğru göreve almak!
Bir işe alımcının temel görevi ve zor bir iş. Çünkü "malzemesi" insan. Yani en değişken ve anlaşılması en zor varlık.
Bu konuyu açıklamak için doğaya bakmak yeterli.
Elmasın işlenmeden önceki halini bilirsiniz. Uzmanı olmayan birisi elmas olduğunu anlayamaz bile. 
Buna karşın doğadaki en zehirli mantarlar da genelde dış görünüşü en güzel olanlardan çıkar.
Bir işe alımcının işinin zorluğu işte tam da bu noktada başlıyor. Yani işe alım görüşmesi yaptığı kişiyi öyle iyi analiz etmeli ki işe alımdan sonra karşısına elmas mı çıkacak ya da zehirli bir mantar mı çıkacak bunu o sırada anlayabilmeli.

Değerli işe alımcı arkadaşlarım, iş hayatının can damarısınız. İşe alım, kan nakli gibidir. Doğru kanı doğru vücuda vermek gibi önemli doğru kişiyi doğru göreve almak!
İşiniz çok zor ama çok değerli. 

Geribildirim Kişiye Özeldir!


İşyerinde ekibinizden biri yine verdiğiniz bir görevi yanlış yaptı ve bu durum ekip arkadaşlarının da olduğu bir toplantıda ortaya çıktı. Nasıl davranırsınız? Temel olarak şu şekilde iki seçeneğiniz var:
1- "Yine mi yanlış yaptın arkadaşım? Bu kaçıncı ama artık yeter! Bıktım senin bu hatalarından!"
2- "Evet arkadaşlar bir diğer konuya geçelim mi? Hepimiz hata yapmıyor muyuz? Biz toplantıdan sonra X Bey/Hanım' la bu konuyu çözeriz."
Bu davranış biçimlerinden ilki hiçbir şekilde yapıcı değildir aksine karşınızdaki kişide korku ya da nefret duygularını harekete geçirir ve daha çok hata yapmasına sebep olur.
İkinci tutum ise yapılan hatanın herkese özgü olabileceği ve toplantıda üzerinde durulmasına gerek olmayacak kadar küçük olduğu hissini uyandırır ve hatayı yapan kişiyi rahatlatır. Geribildirime zemin hazırlar.

Böyle bir durumda yapılacak en güzel şey ikinci tutumu sergileyip toplantı bittikten sonra bire bir geribildirim alıp vermek olacaktır.

"Wunderlist": Ekip Çalışması İçin Faydalı Bir Uygulama


Wunderlist...
Çok kullanışlı bir "sanal not defteri" uygulaması. 
İster kendi notlarınız için isterseniz de ekibinizle birlikte kullanabileceğiniz bu not defteri uygulamasıyla iş takibi yapmak çok kolay oluyor. Aklınıza gelen notları bu deftere aldığınızda sizin eklediğiniz diğer kişi(ler) de görebiliyor ve not aldığınız işi kim tamamlarsa yanına bir "tik" atıyor ve tüm kullanıcılarda senkronize oluyor.
Ayrıca uygulamanın pc, cep telefonu ve tablet arasında senkronize olma özelliği sayesinde notlarınıza istediğiniz yerden ulaşma imkanınız büyük rahatlık.
Hem hayatı kolaylaştıran hem de kağıt israfını önlediği için çevreye de faydalı bu uygulamayı ekip çalışması yapan tüm takipçilerime öneririm.
Teknoloji bizi kullanmasın, biz teknolojiyi kullanalım!
Uygulamayı buradan indirebilirsiniz.

"Komşunu Sev Ama Aradaki Bahçe Duvarını Kaldırma"


İş hayatı için de yüzde yüz geçerli olduğunu düşündüğüm, çok sevdiğim bir söz.
Bazen "Ben galiba buradaki arkadaşlarla çok samimi oldum, dengeyi kaçırdım. Artık bu durumu geriye de çeviremem. Acaba bölümümü mü değiştirsem. Yeni geçtiğim bölümde herşeye sil baştan başlarım" diye düşündüğümüz olur.
Aslında değişmesi gereken şey bölümümüz değil düşünce şeklimizdir. Çünkü kendimizi değiştirmediğimiz sürece defalarca bölüm de değiştirsek hatta işimizi bile değiştirsek sonuç hep aynı olur.
Bu nedenle (ast üst farketmez) çalışma arkadaşlarımızla işin işleyişini etkileyecek derecede ilişkiler kurmamalıyız. Çünkü karşımızdaki kişinin bunu ne derece anlayabileceğini bilemeyiz.
"Ne alakası var, ben samimi olarak da bütün işleyişi mükemmel bir şekilde götürüyorum" diyen varsa istisnadır. Kendisinden bu konuda öğütler almak isterim.

Annesinin Prensesi & Babasının Aslanı




İş hayatına yeni başlayan gençlerin karşılaştıkları en büyük zorluklardan biri de egolarıyla başa çıkmak zorunda kalmalarıdır. Bu durumun en büyük sorumlusu maalesef ebeveynlerdir.

Çocuklar doğdukları andan itibaren aileleri tarafından yüklenen belirli misyonlarla büyürler. Bu misyonlar ya anne babanın çocukluk ve gençlik yıllarında olmak isteyip de olamadıkları, yapmak isteyip de yapamadıkları, sahip olmak isteyip de olamadıklarıdır ya da anne babanın korumacı içgüdüleri altında "yegane" olduklarına inanmalarını sağlayan belirli "güç" simgeleridir.

"Prenses Kızım" ve "Aslan Oğlum" gibi örneklerine sık rastladığımız bu güç simgeleri çocuğun gelişim döneminde kendisinin eşsiz ve yenilmez olduğuna inanmasını sağlayarak zorluklarla başa çıkma yeteneğini köreltir. Çocuğun gerçeklerle karşılaştığı ilk ortam evden ayrı zaman geçirmeye başladığı ilk yer olan okul dönemi olur. Bu süreç 10-15 yıl öncesine kadar bir nebze de olsa öğretmene verilen "eti senin kemiği benim" payesi sayesinde çocuğun kendi ayakları üzerinde durmaya başlaması için bir gelişim dönemi ise de günümüzde maalesef ebeveynlerin öğretmenler üzerindeki baskısının artması ve (üzücü ama gerçek) öğretmenlik mesleğinin itibarının zayıflatılması nedeniyle eskisi kadar etkili değildir. Çünkü yeni nesil ebeveynlere göre çocuk başarısızsa, mutsuzsa, huysuzsa sorumlusu öğretmen olarak görülüp öğretmene "gereğinin yapılması" için okul yönetimine veliler tarafından baskı yapılıyor.
"Müdür Bey, okulunuza çuvalla para veriyoruz, matematik öğretmeni çok zor ödevler veriyor ve prensesimizin / aslanımızın kendini başarısız hissetmesine sebep oluyor, olmaz ki böyle şey, gereği yapılsın!"
"Müdür Bey, okulunuza çuvalla para veriyoruz, fizik öğretmeni derste biraz(!) gürültü yaptı diye sınıfın ortasında prensesimizi / aslanımızı azarlıyor, olmaz ki böyle şey, gereği yapılsın!"
diyerek bir bireyin geleceğini bakın nasıl olumsuz etkiliyorlar.

"Prenses / Aslan" iş hayatına atılana kadar bu korumacı tavır, bireyde oluşması gereken özgüven ve sorumluluk yetkinlikleri yerine kibir ve tembellik olgularının ortaya çıkmasına neden oluyor. O güne kadar randevularına geç kaldığında ailesi tarafından "bizim kız da keyfine pek düşkündür, bir saatte çıkamaz evden" ya da "bizim hayta da uyumayı pek sever, öğlene kadar yatar" diyerek kişi için normalleştirilen bir tavır, zamanlama ve insanlara karşı saygı ifadesi anlamına geldiği iş hayatında karşısına çıktığında hatta bir de bu konuda uyarı aldığında "prenses / aslan"da anlam veremediği bir tepkiye neden oluyor.

Verdiği sözü tutmamanın "bizim oğlan da çok unutkandır" diyerek, sorumsuzluğun "prensesim okusun yeter, odasını ben toplarım" diyerek normalleştirilmesi, oyuncaklarını paylaşmamasının "bizim aslanın da malı pek kıymetlidir" diyerek, her yaptığı işi yarım bırakmasının "bizim kız da pek maymun iştahlı" diyerek normalleştirilmesi bu bireylerin karşısına iş hayatında "Sorumluluk", "Takım Çalışması", "Sonuç Odaklılık", "Ekibini Yönetme", "Delegasyon", "Görevi Devretme", "Zaman Yönetimi" gibi kavramlarla çıktığında bireyin alt üst olmasına adeta bir duvara çarpmasına neden oluyor.

Bu nedenle hem bu yazıyı okuyan ebeveynlere hem de iş hayatına atılan genç arkadaşlara söyleyeceğim şudur:
"İş hayatında prensesler ve aslanlar çalışmaz, bireyler çalışır. Eğer başarıya ulaşmak istiyorsanız özgüvenli ve sorumlu bireyler olmak için çaba sarfetmeli kendinizi bu yönde geliştirmelisiniz."

Toplantılar...


Bir işyerinde sadece işler kötü gittiğinde toplantılar yapılıyorsa o firmanın ömrü uzun olmaz.
Toplantı, durum değerlendirmesi ve hedef belirlenen bir araya gelme anlarıdır. Saatlerce sürmemeli, belirli yazılı kararlar alınmalı ve gerçekleştirme süreleri tespit edilmelidir.
Sadece kötü giden işlerin neden kötüye gittiği değil iyi giden işlerin de daha iyi nasıl olabileceği toplantılarda konuşulmalıdır. Bazen sadece durum değerlendirmek için de toplantı yapılabilir.
Toplantılarda suçlu aramak yerine çözüm ararsak ekip olarak hatalarımızı daha rahat dile getirir ve çözüm yolu aramak için özgüvenimizi arttırırız.

Eleman Matematik Terimidir!



İşyerinde birbirimize hitap şeklimiz önemlidir!
"Eleman" matematikte kümeye ait varlıklardan her birine verilen addır. Birlikte çalıştığımız insanlar ise ekip veya çalışma arkadaşlarımızdır.
Çalışma arkadaşlarımıza hitap şeklimiz kişiliğimizin aynasıdır. Ayrıca karşımızdaki kişiye ne anlam yüklediğimizin de göstergesidir. "Eleman" diye bahsettiğiniz birinden işinde sorumluluk sahibi olmasını, görevlerini başarılı bir şekilde yerine getirmesini bekleyemezsiniz.
Karşınızdaki kişinin sorumluluk alma cesareti sizin ona verdiğiniz değerle, yüklediğiniz anlamla orantılıdır. "Hanım" ve "Bey" kaç yaşında olursa olsun işyerinde herkesle eşit ve saygılı bir iletişim kurmak için en güzel hitap şeklidir. Özellikle genç çalışma arkadaşlarımıza ilk başta garip gelse de emin olun zamanla kendilerine olan güvenleri artacak ve sorumluluk alarak kendilerini geliştireceklerdir.

Müşteriler Ne İster?


"Müşteriler ne ister?"
Dünyaya geldiğimiz andan itibaren müşteriyiz!
Satın aldığımız ilk ürün "anne sütü", kullandığımız ilk para birimi ise "ağlamak"tı!
Yani doğduğumuzdan beri müşteriyiz aslında. Bu nedenle "müşteriler ne ister?" diye kafa yormaya çok da gerek yok. Müşteriler biz yıllardır ne istiyorsak onu ister: İLGİ!
Satış işinde çalışanların diğer meslek kollarına göre en büyük avantajları doğdukları andan itibaren "müşteri" olarak staj yapmalarıdır. Eğer bir satışçı iyi bir gözlemciyse bu avantajı en iyi şekilde değerlendirip başarılı bir kariyere sahip olabilir. Tek yapması gereken bugüne kadar bir müşteri olarak ne bekliyorsa bundan sonra müşterilerine aynı şekilde yaklaşmasıdır.

Reyondaki Ürün Kuşak Dinlemez!



Reyondaki ürün kuşak dinlemez!
O yüzden hangi kuşağa ait olduğunu hesaplamak yerine işi öğrenmeye çalışın.
"Bizim kuşağımız böyle sizin kuşağınız şöyle" hikayelerini bir kenara bırakın.
Bu "kuşak mevzusu" kariyer eğitim ve danışmanlık firmalarının üzerinde dikkatlice durması ve doğru anlatması gereken hassas bir konu.
Burada hatalı olan kuşaklar değil onlarla ilgili olarak bu hikayeleri uyduranlardır.
İnsanlığın başlangıcından beri çalışkan, üretken insanlar başarılı olmuştur. İster bu başarıyı mesai saatinin içinde tamamlarsın istersen üç saat geç tamamlarsın. Bu senin kapasitenle ilgili. Çalışıp işi bilenden işi öğrenirsen başarılı olursun. Bütün gün kaytarıp kahve makinesi nöbeti tutarsan başarısız olursun. Bunun kuşakla, çağla, nesille ilgisi yoktur.
Satış sektöründeysen reyondaki ürün senin hangi kuşaktan olduğuna bakmaz. Satmanı ve sipariş vermeni bekler.
Ama "ben satışçı değil yatışçıyım" diyorsan hemen başka bir seçenek aramaya başla, çünkü bu iş seni hep mutsuz eder!

Pazarlamanın Gücü!



Pazarlama!

Daha çocukken, bizi büyüdüğümüzde satın alacağımız, hayatımızın bir parçası olacak olan ürünlere hazırlayan, geçmiş zamanın isteklerini, hayallerini bugünün ihtiyaçlarına dönüştüren en büyük güç!

"Bu cihazlar olmadan nasıl yapıyormuşuz ki biz?" sorusunu sorduran da dakika başı telefonumuzu kontrol ettiren de, evde aynı kablolu telefonu kullanan "çekirdek aile"yi atomlarına parçalayıp herbiri kendi cep telefonuna dalmış "bireysel aile"ye dönüştüren de bu güç!

Süt ve yumurta almaya girdiğiniz marketten ellerinizde içi indirimli ürün dolu poşetlerle çıkaran da kendinize bir gömlek almaya girdiğiniz mağazadan, belki de giymeye hiç vaktinizin olmayacağı giysilerle dolu çantalarla çıkaran da bu güç!

Komşunuzun halini hatırını sormaya vakit bulamazken diğer kıtadaki bir ünlüye internetten mesaj yazmanız için dünyanın çevresini yaklaşık üç bin uyduyla kaplayan da bu güç!

Ortada böyle bir güç varken ondan faydalanmamak için hiçbir neden yok!

Daha dün "yok canım, bunlar hayal ürünü, ancak filmlerde olur böyle şeyler" dediğimiz herşey sırayla "oluyor". Buna kayıtsız kalmak çaresiz bir direnişten başka birşey değildir.

Bu nedenle işletmenizin ya da şirketinizin satış ve pazarlama davranışlarını günümüzün hatta geleceğin teknolojisiyle uyumlandırmanızda fayda var!

Pazarlamanın gücü, satışlarınızı arttıracak en büyük kozunuzdur.

Çünkü pazarlamanın en büyük amacı; dün istek duyduğumuz şeyleri bugün ihtiyacımız yapmaktır!


Vizyonunuzu buna göre belirleyiniz.

Aramıza Yeni Katılanlar


Ekibinize yeni katılan çalışma arkadaşlarınızla ilk andan itibaren bire bir ilgilenin. Yeni işbaşı yapanlar yoğrulmamış hamur gibidir. Kimin yanında yetişirse onun şeklini alır. "Ben ne uğraşacağım? Atarım havuza yüzmeyi kendi öğrensin” ya da “Zamanında bizimle ilgilenen mi vardı? Düşe kalka öğrendik işte, o da öyle öğrensin" derseniz ekibinizdeki en zayıf halkaya benzemeye başlayacaktır. Çünkü insanoğlu doğası gereği kolaycılığı sever ve atıldığı havuzda yüzmeye çabalamak yerine ya boğulur ve istifa eder ya da havuz kenarındaki haylazların yanında bulur kendini.

Bisiklet öğrenmeye başladığımız zamanları hatırlayın; arka lastikte iki yan destekle başlamıştık değil mi? Çünkü önce dengede durmaya alışmamız gerekiyordu. Zamanla o lastiklerden önce biri sonra diğerini çıkardık ve bisikletimizi iki tekerleğin üzerinde ustaca kullanmaya başladık.

Ya çocukluğunuzda yüzmeyi öğrenirken taktığımız kolluklar veya deniz simidi? Ortama alışıp suyun üzerinde durmak için en büyük yardımcılarımızdı değil mi? İş hayatında da çalışma ortamımıza yeni katılan arkadaşlarımıza işi öğreninceye kadar can simidi olmalı korku ve tedirginliklerini yenip özgüvenlerini kazanmalarını sağlamalıyız.  


İşe yeni başlayanlar loş bir odaya girdiğimiz ilk andaki gibi hissederler kendilerini. O anı bir düşünün. Gözlerimiz alışıncaya kadar odayı tamamen karanlık olarak algılarız. Daha sonra göz bebeklerimiz büyür, gözümüze giren ışık miktarı artar ve odanın içini görmeye başlarız. İşte bizim buradaki görevimiz gözleri alışıncaya kadar yeni gelen çalışma arkadaşımıza destek olmaktır. Onun gözünü korkutmak yerine işin önceliklerini anlatmak, bir süre birlikte vakit geçirerek birlikte çalışarak özgüveninin yerine gelmesini sağlarız. Bu şekilde hem güven veren bir duruş sergilemiş  hem de ona ilk el veren kişi olarak önemli bir yardımda bulunmuş oluruz.   

Satış Canlı Yayındır!


Müşteriler dinler!
Satış alanında kendi aranızda konuştuklarınızla bunu avantaja ya da dezavantaja çevirecek olan sizsiniz.
Sizin dün gece komşunuzla ettiğiniz kavga, "iddaa" kuponunuzu yakan maçın hangisi olduğu, siyasi düşünceniz, hangi takımı tuttuğunuz, işyerinde sorun yaşadığınız kişiyle yaşadığınız tartışma, berberin saçınızı istediğiniz gibi kesememesi, yarın akşam kuzeninizin düğününde ne giyeceğiniz ve bunun gibi birçok kişisel bilginiz keyifle alışveriş yapmaya gelen bir müşteriyi enterese etmez. Aksine rahatsız eder. Bu nedenle satış alanında satış ekibinin nötr olup tüm odağını müşterilere ve işine vermesi keyifli bir alışveriş ortamı oluşturur.
Satış canlı yayın gibidir, tekrarı yoktur. Alışverişe gelen müşteriyi satın alma isteğinin uyandığı anda yakalayamazsanız sonrasında satış yapmanız zorlaşır. Müşteriyle ilk teması kurduğunuz an çok önemlidir. Sırtı dönük diğer görevli arkadaşıyla sohbet eden bir satış görevlisinden hiçbir müşteri ürün satın almaz. Dolayısıyla satış alanında kapıdan giren her müşteriyle ilgilenmeli ve bütün dikkatinizi müşterilerinize vermelisiniz.
Gerisi zaten kendiliğinden gelir!

İyi Bir Satışçı Asla Umutsuzluğa Kapılmaz



Tecrübeli satışçılar iyi bilir; günün en sakin anında kapıdan bir müşteri giriverir ve o andan itibaren satış hedefine daha çok yaklaşılır.
Hiçbir zaman umutsuzluğa kapılıp kendimizi bırakmamalıyız. Eğer biz moralimizi bozar ve işten soğursak deyim yerindeyse "işin bereketi kaçar".
İçinde bulunduğumuz ruh hali tüm ekibi etkileyeceği için başta kendi motivasyonumuz olmak üzere genel motivasyonu yüksek tutmak için elimizden geleni yapmalıyız.
Piyasa ne kadar durgun olursa olsun biz tüm motivasyonumuzla her daim satışa hazır olmalıyız.
İyi bir satışçı asla umutsuzluğa kapılmaz! Çünkü en önemli satışlar en beklenmedik anlarda gerçekleşebilir!

Bir Perakende Serüveni: 2101

21 Ocak 2101 Cuma. Saat 09:05. Mis gibi kızarmış ekmek kokusuyla uyandı bu sabah Mustafa. Pencereden yüzüne vuran gün ışığına göz...