Bir Perakende Serüveni: 2101


21 Ocak 2101 Cuma.
Saat 09:05.
Mis gibi kızarmış ekmek kokusuyla uyandı bu sabah Mustafa.
Pencereden yüzüne vuran gün ışığına gözlerini kısarak bakarken seslendi annesine:
- Anne, yine mi güneşli yaz sabahı moduna çevirdin penceremin ekranını? Biliyorsun ben yağmurlu sonbahar sabahı modunda uyanmayı seviyorum.
- Evladım için daralmıyor mu her sabah yağmurla uyanmaya? Zaten kışın ortasındayız. Dışarısı kar kıyamet. Bu sabah da güneşle uyan istedim. Ne var bunda?
diye cevapladı annesi mutfaktan.

Yatağın kenarında doğruldu ve terliklerini giydi Mustafa. Banyoya gitti ve yüzünü yıkadı. Terliklerindeki nano-sensörlerden gelen veriler banyodaki aynaya yansımıştı bile. Kan dolaşımı gayet iyiydi. Gece uyuduğu sırada yatağının kaydettiği veriler de yaşamsal verilerinde bir sorun olmadığını gösteriyordu. Yalnızca geç uyuduğu için bu gece saat on ikiden önce uyumasının daha iyi olacağını söyleyen bir uyarı mesajı vermişti ekrandaki iyi yaşam asistanı.
Ardından mutfağa annesinin yanına gitti.

- Oğlum dün gece yine geç saatlere kadar çalıştın. Neden kendini bu kadar yoruyorsun? Bu proje sağlığından daha mı önemli? Bu sanal görev seni iyice yıprattı. Umarım bir an önce dünyadaki işine geri dönersin.

- Anne biliyorsun ki şirketim Mars görevlerinde Dünya görevlerine oranla daha çok maaş veriyor. Tek sorun zaman uyumsuzluğu nedeniyle daha çok yorulmam oluyor. İki gezegen arasındaki günlük 39 dakikalık fark her bağlantıda farklı bir zaman diliminde çalışmamı zorunlu kılıyor. Mars’ ta her gün aynı saatte mesaiye başlamam için buradaki mesaimin her gün 39 dakika değişmesine ve bu da metabolizmamın olumsuz etkilenmesine neden oluyor. Önümüzdeki birkaç hafta daha orada gündüz mesaisine denk gelmem için burada gece çalışmam gerekecek.

Mustafa beş yıldır uluslararası bir perakendecilik şirketi olan Zon’ da çalışıyordu. Şirket geçen yüzyılın başlarında internetin yeni yeni insanların hayatına girdiği bir dönemde büyük bir atak yaparak internet üzerinden satış alanında dünya devi haline gelmişti. Ardından yüzyılın ortalarına doğru Kişiselleştirilmiş Sanal Mağaza (KSM) uygulamasını hizmete soktu. Bu uygulama insanların evlerini istedikleri an bir süpermarkete, bir giyim mağazasına, bir yapı markete ya da o an ihtiyaçları olan herhangi bir perakende mağazasına dönüştürebilen arttırılmış gerçeklik tabanlı bir yazılıma sahipti.
Kullanıcılar şimdilerde akıllı kontakt lensleriyle kullandıkları sistemde, o zamanlar cep telefonu denilen cihazlarla evlerinin istedikleri bir odasını ZonStore uygulamasıyla taratıp odanın boyutlarını uygulamaya yüklüyorlardı. Ardından arttırılmış gerçeklik gözlüklerini ve eldivenlerini kullanarak bu sanal marketin raflarından istedikleri ürünleri alıp inceleyip sepetlerine atarak alışverişlerini tamamlıyorlardı.
Bu uygulama o yıllarda geliştirilen 5G internetin hızı sayesinde kısa sürede tüm dünyada çok popüler hale geldi. Çünkü uygulamada yer alan “Birlikte Alışveriş” (Shopping Together) özelliği sayesinde olay sadece evde sanal gözlüklerle alışveriş yapmaktan öteye geçerek yeni bir akım yaratmıştı.
“Birlikte Alışveriş” başlangıçta insanların kendi sanal mağazalarında alışveriş yapmak için arkadaşlarını ve takipçilerini davet etmekten ibaretti ancak sonra bambaşka bir fenomene dönüştü.
Nasıl mı?
Şöhretlerinden ve yoğun ilgiden dolayı günlük hayatlarında toplum içine ve günlük hayata  karışamayan, sıradan bir insan gibi gününü geçirmeye özenen dünyaca ünlü şarkıcılar, film yıldızları ve fenomenler bu özelliği çok sevmişti. Birçok ünlü, kendi sanal mağazalarında alışveriş yapıyor, bu deneyimlerini sosyal medya hesaplarında paylaşıyordu. Ünlü insanların bu sanal mağazalarda alışveriş yapması ve bu alışverişlerine istedikleri ya da seçtikleri takipçilerini davet etmeleri alışveriş yapmayı başka bir boyuta taşımıştı. Artık firmalar medyada reklam vermek yerine bu ünlülerin sanal mağazalarında daha çok görünmek ve daha büyük raflarda yer almak için reklam bütçeleri ayırmaya başlamışlardı.
Ayrıca her sektörde uzman kişiler de insanlara alışveriş koçluğu yapmak üzere kendi profillerini oluşturmaya başlamıştı. Örneğin Çeşme’ deki yazlığının bahçesini düzenlemek isteyen bir kullanıcı dünyaca ünlü Los Angeles’ lı bir bahçıvanla birlikte sanal alışverişe çıkıyor ve onun danışmanlığını alıyordu. Tabi bahçıvan da danışmanlık ücretini alıyordu.
Uygulama yardımsever insanların da bir araya gelmesini sağlamıştı. Dünyanın bir ucunda yardıma muhtaç çocukların okuduğu bir okul uygulama profilinde ihtiyacı olan ürünleri listeliyor, oraya yardım etmek isteyen gönüllüler dünyanın farklı yerlerinden uygulamaya bağlanarak birlikte alışveriş yapıp okula yardım ediyorlardı.
Farklı coğrafyalarda yaşayan ancak aynı zevklere ya da ihtiyaçlara sahip insanların bir araya gelme dürtüsü öyle bir noktaya gelmişti ki artık iş alışveriş yapmanın ötesine geçmişti. Perakendedeki bu devrimsel adımlar Zon şirketini yepyeni bir adım atmaya cesaretlendirdi. Yüzyılın üçüncü çeyreğinde şirket gelişen teknolojiyi de kullanarak Kişiselleştirilmiş Sanal Mağaza uygulamasını Kişiselleştirilmiş Sanal Platform olarak güncelledi. Bu yeni sistem sayesinde insanlar uygulamayı sadece alışveriş yapmak için değil konser izlemek, spor müsabakalarına katılmak veya iş toplantıları yapmak için de kullanabilecekti. Uygulamayı nasıl ve hangi amaçla kullanacakları artık kullanıcıların hayal güçlerine kalmıştı.
Zon şirketi bu güncellemenin lansmanını da tüm kullanıcılarını evlerinden bağlandıkları KSP’ de dünyaca ünlü bir piyanistin Mars’ ta verdiği konsere ücretsiz davet ederek yaptı. O gece neredeyse bütün dünya akıllı kontakt lensleriyle hem muhteşem konseri izliyor hem de yaklaşık 200 milyon kilometre uzaktaki bir gezegende olmanın nasıl bir duygu olduğunu deneyimliyordu.
Zon şirketi yüz yıl önce insanların evlerinde bir sanal mağaza oluşturma fikrinin bugün gezegenler arası bir bağ kurmaya evrilmesini sağlamıştı. Bu olay büyük bir ticari başarının ötesinde insanoğlunun kaşiflik duygusunun da büyük bir tatminiydi. 
Şirket artık Mars’ ta da hizmet vermeye başlamıştı. Her ne kadar son yüz yılda gelen öncüler sayesinde Mars’ ta kolonileşme hız kazanmışsa da atmosferi dönüştürme ve gezegende yaşam alanları inşa etme işinde hala kolonilerdeki insan sayısı yetersiz kalıyordu. Hem robot ekiplerini yönlendirecek hem de avatar robotlarla gezegeni keşfedecek insanlara ihtiyaç çok fazlaydı. Şirket KSP sayesinde Mars’ ta bu işleri yapabileceğini tüm dünyaya kanıtlamıştı.
ZonMars adındaki birim KSP sistemini kullanarak Mars görevlerini başarıyla yerine getiriyor ve çalışanlar “Zon/gularity” programı sayesinde Mars’ taki avatar robotlarına bağlanarak en zorlu görevleri yerine getiriyorlardı.
Yirmi ikinci yüzyıla girdiğimiz bugünlerde tekilliğin insanoğlunun hayatına kattığı ve katacağı yenilikler sayesinde artık tek bir gezegene değil galaksinin diğer noktalarına da ulaşmak sadece an meselesi haline geldi. Keşfetme ve merak etme içgüdülerimiz sayesinde ilkel mağazalardan çıkıp gezegenler arası yolculuğa uzanan bu destansı hikaye dur durak bilmeden yazılmaya devam ediyor.

İşte Mustafa’ nın çalıştığı Zon şirketinin etkileyici hikayesi böyleydi.
Yetenekli bir botanikçi olan Mustafa, Mars’ ta atmosfer oluşumu için kurulan tesiste çalışıyor.
Her gün mesaisi başladığında oradaki avatarına bağlanıyor ve Mars toprağına uygun patates türlerini yetiştirmek için çalışmalar yapıyor.

Kim bilir belki bundan elli yıl sonra yani 2150 yılında torunlarımız Mars’ taki bir restoranda  Mustafa’ nın geliştirdiği patates türünün kızartmasını yiyecek! Ya da patates artık bildiğimiz patates olmayacak!

Kim bilir?…

Motivasyon Vampirleri



İş hayatında performansa etki eden ölçülebilir birçok faktörün yanında gözle görülemeyen en önemli faktörlerden biridir “motivasyon vampirleri”.

Onlar her yerdedirler. Bazen kahve makinesinin yanında, bazen serviste, bazen asansörde, bazen toplantıda yan koltuğunuzda, bazen telefonun ucunda, bazen Whatsapp mesajınızda hatta bazen de beyninizin içinde. Evet, beyninizin içindeki en güzel hayallerinizin tam üstündeki kara bulutlardır onlar. Hayatta başaramadıkları, cesaret edemedikleri ne varsa sırtlarına yüklerler ve en uygun anı kollayıp üzerinize yağdırmaya başlarlar.

Günlük hayattan birkaç örneği şöyle sıralayabiliriz:

· Kurumsal hayatın girdabına sıkıştığınızı düşünürken kendinize yeni uğraşlar mı buldunuz? 
Hemen yanınızda bitiverirler. 
“Spora başladın ama bir haftaya kalmaz bırakırsın. Ben defalarca denedim olmuyor, boşuna uğraşma!” 


· Aklınıza işten keyif alacak yeni bir proje mi geldi? 
Vampiriniz dişlerini bilemiştir. 
“Yeni genel müdür böyle projelere önem vermiyormuş. Moralini bozmak gibi olmasın ama projeni sunmadan önce bir daha düşün derim!” 





· Şehir hayatına yavaş yavaş alışmaya başladınız ve izin günlerinizi şehri keşfederek geçirmeye mi karar verdiniz? 
Bir de onu dinleyin. 
“Bu şehir var ya! İnsanı yer bitirir. Hele trafik, tam bir işkence. Bence izin günlerinde evden çıkma!” 


· Yıllarca çalışarak artık zamanının geldiğini düşündüğünüz terfiyi almak üzere misiniz? 
O yine işbaşında. 
“Delirdin mi sen? Terfi demek daha çok sorumluluk demek. Daha çok sorumluluk daha çok stres demek. Sonunda da sıkıntıdan hasta olur gidersin. Bence en güzeli küçük bir sahil kasabasında butik bir pansiyon aç. Düşünsene, harika olmaz mı? Şehirde kazandığın vizyonu oranın doğasıyla birleştirirsin. Hatta geçtim pansiyonu, takı yapıp satsan bile buradan daha mutlu olursun. Boş ver terfiyi, terfi de neymiş?” 


· Yeni iş arkadaşınızın ne kadar güler yüzlü olduğunu mu düşünüyorsunuz? 
Ondan duymuş olmayın ama! 
“Benden duymuş olma ama böyle herkese mavi boncuk dağıtıyormuş bu yeni gelen. Bilirim böyle tipleri. Tek dertleri müdürün gözüne girmek. Bence uzak dur sen ondan!” 


Her zaman motivasyonunuzu olumsuz etkileyecek bir argümanları vardır motivasyon vampirlerinin;



“İmkanın varsa kurtar kendini, sen daha iyi işlere layıksın.” 



“Ben de senin gibiydim. Senelerce çalıştım, çabaladım ama bak sonunda elde var sıfır!” 

“Kıymet bilinmiyor burada. Müdürün iki dudağının arasındasın. Vaktin varken iş aramaya başla sen.” 

“Çok hakkım yendi benim. Her gelen kafayı taktı bana. Burada emeğe değer veren yok.” 


Motivasyon vampirlerinin ortak özelliklerinden biri de başkalarının mutsuzluklarından beslenmeleridir. Bu kötü bir tutum olsa da çoğu artık bunu bilinçsizce yapmaktadır. Tutumlarıyla ilgili eleştiri aldıklarında ise gerçeği söyledikleri için kimsenin hoşuna gitmediklerinden yakınırlar.

En motive çalışanı bile hızla demotive etmek konusunda üstlerine yoktur. Bu nedenle özellikle işe yeni başlayan çalışanları bu kişilerden uzak tutmak gerekir. Çünkü taze kan gördüklerinde dayanamaz hemen yanında bitiverirler. 

Peki bu vampirleri çalışma masanızda sarımsak bulundurarak uzak tutamayacağınıza göre çözüm nedir? 

Öncelikle motivasyonunuzu düşüren kişilerle mümkün olduğunca uzun süreli sohbetlerden kaçınmalısınız. İşle ilgili konuları konuşup sohbeti uzatmamak en doğrusu olacaktır. 

Eğer bu mümkün olmuyorsa dürüstçe gerçekleri söyleyip motivasyonunuzu olumsuz etkilediklerini ve bu konuda daha özenli olmalarını isteyebilirsiniz. 

Bazen bu yapıda iki kişiyi buluşturup birbirleriyle konuşturmak da farkındalık yaratmak açısından çözüm olabilmektedir. 

Sonuç olarak iş hayatında sizi işinizle ilgili olumsuz düşüncelere sevk eden, motivasyonunuzu düşüren kişilerden uzak durmalısınız. Çünkü başarıya yüksek ve sürekli enerjiyle hedefinize odaklanarak ulaşabilirsiniz. Sizi bu odağınızdan saptırabilecek motivasyon vampirleriyle ilgili olarak her zaman temkinli olmalısınız. 

Şirketinizin Genetik Kodu Emin Ellerde Mi?


Çalıştaylar, marka toplantıları, vizyon belirleme çalışmaları, odak müşteri araştırmaları ve bunlar gibi bir çok çalışma ne için yapılıyor? Marka konumlandırması ve yönetimi için elbette. Bu çalışmalar sayesinde şirketin genetik kodu korunarak müşteri beklentilerinin evrimleşmesine ayak uydurulmak isteniyor. Müşteri taleplerinin hızla değiştiği günümüz perakende dünyasında bu çalışmaların önemi kesinlikle yadsınamaz.
Ancak şöyle bir gerçek var ki genellikle gözden kaçıyor. Bu kadar çaba harcanarak oluşturulan genetik kod en nihayetinde müşteri ile bire bir temasta olan kişilerin ellerine emanet. Şirketin genetik kodunun oluşturulması kadar önemli olan nokta bu kodun bu kişilerce tam olarak anlaşılabilmesidir.

Örneğin yeni bir ürün piyasaya çıkardığınızda bunu satış ekibine iyi anlatamamışsanız, satış noktasında müşteriyle birlikte kafa kafaya verip "valla abi, dediğin gibi, bence de olmamış bu ürün" diye dertleşen satış ekipleri olması işten bile değil. Ya da şirketinizin gelecek beş yıllık planını ekip yöneticilerinizle paylaştığınızda onlar ekiplerine "onu bunu bilmem, beş yıl içinde bunlar olacakmış, bence zor ama müdür öyle istiyor" diye aktarırsa bütün çabalar ipe un sermekten öteye gitmeyecektir.

İşte bu yüzden olaya "genetik kod" adını verdim. Genetik dizilimdeki çok küçük bir değişiklik tamamen farklı bir canlı türüne ait oluyor. Yani ekibinizin müşteriye aktardığı bir yanlış bilgi müşteri tarafından markanız hakkında farklı fikirlere yol açabiliyor.

Müşteriyle iletişim halinde olanlar sadece satış ekibi değil elbette. Müşteri ilişkileri departmanları da marka ve müşteri arasındaki algı yöneticileridir. Öyle ki günümüzde farklı nedenlerle de aranmaya başlasa temel olarak şikayet dile getirmek için farklı kanallardan ulaşılan müşteri hizmetleri şirketin genetik kodunu aktarmada en önemli noktalardan birisidir. Buradaki en büyük tehlike müşteri ilişkileri hizmetinin büyük çoğunlukla şirketler tarafından dış kaynaklı olarak yönetilmesidir. Yani sizin şirketinizle birlikte başka birçok firma için çalışan "call center” firmalarında çalışan ve müşterinizle evinde, iş yerinde, otobüste, arabada yani özel yaşam alanında iletişime geçen bu kişilerin şirketinizin aynası olması gerekmektedir.

Bir de günümüzde e-ticaretin gelişmesiyle birlikte müşterilerimizin evine giden birileri daha var; kargocular, kuryeler ve sanal market görevlileri. Bu kişilerin çok önemli bir yükümlülükleri var ki maalesef çoğu şirket bunun farkında değil. Bu kişiler aracılığıyla müşteriler bizi kendileri için en değerli alana, özel yaşam alanlarına kabul ediyorlar. Günlük koşuşturmacada çok üzerinde durmadığımız ama aslında çok önemli bir nokta bu. Hiçbir profesyonel marka müşterisinin evine satış ekiplerini sokamaz çünkü orası kişisel alandır ve çok değerlidir. İşte e-ticaret sayesinde artık mutlu yuvasında bize kapısını açan müşterimizle markamız adına bu kişiler görüşüyor. Siz istediğiniz kadar milyon dolarlık reklamlar yapın, o kapıya giden kişi suratsızsa, ter kokuyorsa, elleri kirliyse veya kıyafeti özensizse beş duyu yoluyla müşteride o an bir algı oluşur. Bu algıyı değiştirmek çok kolay değildir. İşte bu noktada müşterinin kapısına giden temsilcilerimiz şirketimizin genetik kodunu belirler.

Peki bu kadar önemli bir konuyu tüm çalışanlarımıza nasıl benimsetebiliriz?
Bunun en kolay yolu sadelikten geçiyor. Şirketlerin birçok hedefi ve bu hedeflere ulaşmak için birçok yolu vardır ancak bir şirketin iş yapış şeklini tüm bu yoları kapsayan bir çatı altına toplamak anlaşılır bir davranış sergilenmesine imkan sağlar.

Genetik kod, temel bir veri içermeli ve herkes tarafından kolay anlaşılmalıdır. Ayrıca uyumluluk durumu kolayca tespit edilebilir olmalıdır. Müşteri markanın kapısından girdiğinde veya markamız müşterinin evine ya da işyerine gittiğinde müşteride aynı hissi uyandırmalıdır.

Temel bir veri derken bu noktada güzel bir örnek olduğu için BMW şirketinin 2010'lu yıllarda markanın genetik kodunu tamamen "keyif" üzerine çevirmesini örnek verebiliriz. İşte yukarıda çatı olarak bahsettiğim durum tam da budur. BMW ürettiği araçlarda sadece keyif mi veriyor? Tabi ki hayır. Hız, estetik, ergonomi, güvenlik, performans, teknoloji gibi bütün özelliklerde yenilikçi tavrına devam etti ancak bunların tümünü yaparken markasına belirlediği çatı unsuru keyif olarak tanımladı. Böylece üretim hattında çalışan işçiden kilometrelerce uzakta bir ülkede satış yapan galeriye kadar bütün ağ genetik kodu kolayca algıladı, "keyif". Sonrası reklamlarla, üretim, satış ve satış sonrası ekiplerinin eğitimleriyle güçlü bir şekilde desteklendi ve sürekli bir sistem kurularak bu genetik kod bütün şirkete yayıldı.
Bir banka için bu kod "güven"; bir restoran için "damak tadı"; bir perakendeci için “yenilikçi" olabilir.
Bu örnekler sektöre ve şirketin yapısına göre çoğaltılabilinir.
Burada önemli olan nokta bir temel veri belirleyip sonra bütün vizyonumuzu bunun etrafına sararak müşteriye ulaşırken bunu tüm çalışanların benimsemesini sağlamaktır.

What is The Matrix?



Yıl 1999...
Bir cumartesi öğleden sonrası bütün dünyanın konuştuğu "The Matrix" filmi için sinemaya gitmiştim tek başıma.
Öğleden sonra seansına almıştım biletimi.
Cebimde sinemaya gizliden soktuğum kutu kola ve bir paket bisküvi. Malum öğrenci halimle sinemada beş katı pahalı satılan abur cuburları almaya bütçe yetmiyordu.
Seans başladı ve salona girdim. İçerisi tıklım tıklım. Koltuğuma oturup arkama yaslandım ve tam iki buçuk saat boyunca o koltuktan kalkamadım. Filmin büyüsü bozulmasın diye araya bile çıkmamıştım.
Film bittikten sonra sinemadan çıktım ve kafamda yüzlerce soruyla dünyaya başka bir gözle bakmaya başladım.
"Matrix nedir?"
"O çocuk o kaşığı nasıl büktü?"
"Günlük hayatımızdaki kırmızılı kadın kim?"
"Nokia 8110 almak için kaç ay para biriktirmem lazım ?"
gibi yüzlerce soru!
Ve aradan yıllar geçti. Zaman değişti.
Şimdi filme bunca zamanın ardından baktığımda görüyorum ki "Matrix" aslında biziz, biz de bilgiyiz.
Eminim bugüne kadar birçok "Matrix" incelemesi okumuşsunuzdur. Ben de yeni bir bakış açısıyla bakmak istiyorum.
Nasıl mı?
"Matrix" kelimesinin İngilizce anlamına baktığımızda karşımıza ilk çıkan açıklama "birşeyin geliştiği kültürel, sosyal ve siyasal çevre" oluyor. Yani bir nevi içinde yaşadığımız ortamı kastediyor. 
Aslında aşağıdaki sahne "Matrix"in ne olduğunu bütün çıplaklığıyla anlatıyor. Bu sahnede Morpheus ve Neo' yu beyaz bir arka planda görüyoruz. Böylece tamamen konuya odaklanıyoruz. Morpheus Neo' ya "Matrix"in aslında bir yanılsama olduğunu söylüyor. İnsanların kendilerini içinde yaşadıklarını zannettikleri bir yazılım olduğunu anlatıyor. Bu yazılım sayesinde bir hayal dünyasında yaşadıklarını ve gerçek dünyanın artık bir harabeye dönüştüğünü söylüyor ve ona gösteriyor. Sonra da o meşhur soruyu soruyor.
"What is The Matrix?"
Ardından da ekliyor: "Matrix" bilgisayarların bizi kontrol altında tutmak için oluşturduğu bir hayal dünyasıdır."


Sonrası malum. Üç filmlik bir görsel şölen.
Peki Morpheus' un anlattığı hayal dünyasını bilgisayarlar nasıl oluşturuyordu?
Şimdi farkına varıyorum ki 1999 yılında bunu çözememişim.
Ancak günümüzde teknolojinin geldiği noktada artık bunu çözümlemek işten bile değil.
Yine filme dönersek bilgisayarların insan ceninlerinden enerji elde ettiği "cenin tarlaları"nı anımsarsınız. İşte o tarlalar aslında günümüzün en popüler olgusu olan "internet". Filmde bu tarlalar için bilgisayarların beslendiği enerji tarlaları deniyor. Peki bilgisayarlar için enerji nedir?
Bilgidir.
Yani filmde aslında cenin tarlaları ile internet, enerji ile bilgi kastediliyor. Bu allegori tam olarak internet sayesinde günümüzde insanoğlundan toplanan bilgiyi işaret ediyor. Bu bilgi sayesinde insanlar kendi iradeleri dışında internet çağının onlara söylediği şekilde yaşıyorlar. Yani "Matrix"te yaşıyorlar.
Efendim?
"Hadi canım, internet nasıl beni yönetsin ben onu yönetiyorum?" mu dediniz? 
Morpheus ne demişti hatırlayın. "İnsanlar gerçek zannettikleri bir dünyada yaşıyor"
Yani irademiz dışında yönlendiğimizin farkında değiliz demek istiyor.
Hangi ayakkabıyı alacağına, hangi yemeği yiyeceğine, hangi giysiyi giyeceğine, hangi telefonu alacağına sadece sana sunulan seçenekler içinden birini seçerek karar veriyorsun. Hatta çoğu zaman seçeceğin şeye farkında olmadan yönlendiriliyorsun.


http://thescienceexplorer.com/technology/robots-could-learn-new-skills-watching-youtube
The Science Explorer' da Ocak 2016' da yayınlanan bir makalede robotların Youtube videoları izleyerek insan becerilerini öğrenmeye başladığı yazılmıştı. Bu makaleye yukarıdaki analizimizden bakacak olursak Youtube  cenin tarlası, videolar da bilgi oluyor.
Milyarlarca fotoğraf, video ve yazıdan oluşan bilgi tarlaları , onlardan bu bilgiyi hasat eden robotlar (bilgisayarlar) ve bu bilgileri milisaniyelerle değerlendirip bize uygun seçenekler sunan bir sistem: "Matrix' e hoşgeldiniz!"
O zaman soru şu?
Sonsuz seçenekli bir seçim mi sınırlı seçenekli bir seçim mi özgür iradedir?
Kararını sen ver!  
Burada amacım dünyayı robotlar ele geçirecek, bizi köle yapacaklar gibi komplo teorilerine girmek değil elbette. O konu bilim-kurgu yazarlarının işi.
Ben perakendeci bir mühendis olarak bir durum tespiti yaptım. Benim işim bu tespiti iş hayatına nasıl uyarlarız ona kafa yormak.
Perakendenin ve onunla birlikte tabii ki pazarlamanın geleceğinde bilgi enerjisi yatıyor. Amacımız bu enerjiyi en verimli nasıl kullanırız sorusuna çözüm getirmek.
Sizce bilgisayarlarla birlikte ortak bir gelecekte en verimli çalışma hayatına nasıl ulaşacağız?
Kahve molalarında bunu bir düşünün derim!
Selamlar.

"Minority Report" ve Pazarlamanın Geleceği



2002 yılında vizyona giren Tom Cruise' un başrol oynadığı "Minority Report" filmini birçoğunuz izlemişsinizdir.
Bu film mükemmel senaryosunun ötesinde bize teknoloji ve pazarlamanın geleceği hakkında da birçok ipuçları vermektedir.
İzleyenler bilir; filmde insanların sosyal hayatlarındaki davranış ve yaşadıkları şeylerden elde edilen veriler sayesinde "kahinler" denilen üç kişilik bir insan/yapay zeka karışımı varlık tarafından suç işlemeden önce suçluların yakalanması konusu anlatılıyor. 
Filmde kahinler olarak gösterilen olgu aslında günümüzde "Big Data" (büyük veri) dediğimiz bilgiyi elde eden ve depolayan internettir.
Bu veriler sayesinde insanların günlük yaşamları sürekli incelenerek gelecekte gösterecekleri davranış biçimleri büyük bir isabetle öngörülebilmektedir.
Filmde alışveriş merkezinde geçen sahnelere dikkatle baktığınızda alışveriş merkezindeki göz tanıma kameraları ajan John' un gözlerini tarayarak ona kişisel reklamlar sunmaya başlarlar. İlerleyen sahnelerde ise bir kaçak olduğundan başkasının gözlerini bir ameliyatla kendine geçirir ve daha sonra bir GAP mağazasına girer ve sistem artık onu Bay Yokomoto olarak tanıyarak kişisel beden ölçülerinde kıyafetler önerir.
İşin hikaye kısmı böyle.
Bizi ilgilendiren kısmı ise bu sahnelerde pazarlama ve reklamcılığın geleceğini görmemizdir.
Kişisel pazarlama ve reklamcılık günümüzde dijital cihazlarımızdan davranış ve internet arama sonuçlarımıza, mektuplarımızda yazdıklarımıza göre bize uygun reklamlar vermeye başladı zaten.
Hepiniz fark ediyorsunuzdur.
Apple' ın geçtiğimiz günlerde tanıttığı Face ID ve diğer firmaların da benzer uygulamaları sayesinde filmdeki bu sahnenin gerçek hayatımıza girmesine ise çok az zaman kaldı.
Pazarlama ve reklam dünyasının ulaşmak istediği hedef de tam olarak budur. Günümüz dünyasında cep telefonlarımız ve bilgisayarlarımızdaki uygulamalar sayesinde konum, fotoğraflar, duygu durumumuz, özel yazışmalarımız, parmak izimiz, göz merceğimiz, alışveriş alışkanlıklarımız, müzik zevkimiz ve bunlar gibi birçok kişisel verimiz artık internette.
Bu veriler sosyal medya şirketlerinin ana servis sağlayıcılarında analiz edildikçe de reklamlar artık bu yol üzerinden bize ulaşmaya başlayacak.
Öyle ki yakın gelecekte şirketler biz birşeyi almaya karar vermeden önce ne almak istediğimizi bilecek duruma gelecekler.
Heyecan verici değil mi?
Pazarlama ve reklamcılık okuyan ya da bu sektörlerde çalışanlara tavsiyem teknolojik gelişmeleri takip ederken bunları günlük hayata nasıl uyarlayabilecekleri konusunda hayal güçlerini harekete geçirmeleridir.
Tabi bir de bundan sonra bilim kurgu filmlerini başka bir bakış açısıyla da izlemelerini öneririm.
İyi Çalışmalar.

Sahiplen!


İş hayatına yeni başlayan arkadaşların en çok sorduğu soru: "Nasıl başarılı olabilirim?"
Cevabı net: "Sahiplenerek!"
Sorumluluğunun boyutu ya da etkisi önemli değil.  Ne ile sorumluysan onu sahiplen.
  • Bir reyondan mı sorumlusun? Sahiplen, çünkü orası senin aynan olacak, seni anlatacak.
  • Küçük bir ekipten mi sorumlusun? Sahiplen, çünkü o ekibi sen aydınlatacaksın, onlar da seni.
  • Bir vezneye ya da kasaya mı bakıyorsun? Sahiplen, en temiz kasa seninki olsun!
  • Fotokopi makinesinden mi sorumlusun? Sahiplen, en iyi çıktıyı senin makinen versin.
  • Güvenlik kapısından mı sorumlusun? Sahiplen, yanındaki arkadaşınla iddaa kuponunu tartışma. İşine odaklan, en güvenli kapı seninki olsun.
  • Mutfakta aperatifler senin elinden mi çıkıyor? Sahiplen, müşteriler ana yemekler için değil de senin aperatiflerin için gelsin.

İşini sahiplenmezsen sonra da "bana burada haksızlık yapılıyor" diye sızlanmanın hiçbir faydası yok. Çünkü birgün senin yerine o işi daha iyi yapan biri çıkar mutlaka. Vazgeçilmez değiliz. Bu nedenle amacımız işimizi en iyi şekilde nasıl yapabileceğimizi her yeni günle birlikte düşünmek olmalı.
Yoksa rutin, zamanla sizi yiyip bitirir. Bakış açınızı daraltır. Bulunduğunuz ortamı bunaltır. Bir zamanlar girmek için can attığınız iş şimdi size işkenceye dönüşebilir.
Rutin, tehlikelidir. Sizi bir sarmaşık gibi sarar ve dış dünyadan soyutlar. Eskiden gülüp geçtiğiniz aksilikleri bugün gözünüzde büyütmenize neden olur. Eskiden bir çırpıda çözdüğünüz sorunları bugün size dev gibi gösterir. Rutin, sıkar. Sizi "eeah yeter artık, n'olacaksa olsun!" noktasına getirmesi an meselesidir.
Rutini kırmanın, onu ortadan kaldırmanın en etkili yolu yaptığımız işe sahip çıkmak ve yenilenmektir.
Bu noktada yöneticiye büyük görevler düşmektedir. Hem kendi rutinini hem de ekibinin rutinini kırıp heyecanı ve motivasyonu canlı tutması gerekir. Bunu yapmanın en kolay yollarından biri ekiple birlikte geçirilen vakti arttırmaktır. Tabii ki bütün gün başlarında beklemekten bahsetmiyorum. Kastettiğim, günlük iletişim. Bir kahve molası ya da toplantı arası biraz hava almak bazen en etkili motivasyon kaynağı olabilir. Ekip arkadaşlarınıza tutku aşılayın. Tutku, insanı başarıya götüren en önemli araçtır.
Sen sahiplendikçe işin aynan olacaktır! Bir merdiven gibi seni yukarıya taşıyacaktır. 

Özsaygı: Kendine Bakan İşine De Bakar!



Yıllar süren gözlemlerim ve tecrübelerim sonucunda rahatlıkla söyleyebilirim ki kişinin kendine ne kadar özen gösterdiği iş sonuçlarına da yansıyor. Temizliğine, düzenine önem veren, gözleri çakmak çakmak heyecanla parlayan biriyle; özensiz, pejmurde, dağınık ve gözlerinin feri kaçmış birinin iş sonuçları da emin olun kendileri gibi oluyor!

Kişisel hijyen ve düzenli olmak gibi özellikler büyük ölçüde çocuklukta edinilen kazançlar ve sonradan değiştirilmesi de çok zor oluyor ya da genellikle değiştirilemiyor.

Günlük hayatta “kendine bakma” dediğimiz mesele aslında özsaygı kapsamında değerlendirebileceğimiz bir durum. Özsaygı, kişide, kendi kişiliğini alçaltmaktan insanı alıkoyan ve başkalarınca da alçaltılmayı hoş karşılamayan duygu, kişinin kendi özüne, kişiliğine beslediği saygı diye tanımlanır. Yani kısacası kişinin kendine duyduğu saygıdır.

Özsaygı tabi ki sadece dış görünüşle alakalı bir kavram değildir ancak insanın dış görünüşü iç dünyasıyla ilgili büyük ipuçları da verir. Örneğin insanlar iş görüşmelerine giderken neden giyim kuşamlarına dikkat ederler? Çünkü ilk intiba önemlidir. İlk intiba da dış görünüşle ilgilidir. Hatta günümüzde bu konuda danışmanlık veren koçluk yapan birçok firma bulunmaktadır.

İş hayatında özsaygısı yüksek insanları giyimine gösterdiği özenden, tertip düzeninden iş yapış şekillerine kadar birçok ipucuyla tanıyabilirsiniz.

Giyim kuşamına özen göstermek deyince aklınıza hemen pahalı kıyafetler, çantalar, ayakkabılar gelmesin. Burada konu özen göstermektir. Pekala uygun fiyatlı veya ucuz kıyafetlerle de insan kendine özen gösterebilir. Üzerinde çok pahalı bir kıyafet olan biri de tozlu ayakkabılarla karşınıza çıkabilir. İşte bu noktada devreye özsaygı girer.

Özsaygısı yüksek insanlar iş yapış şekillerinde de bunu gösterirler. İşlerini planlı ve muntazam yürütürler. Ekiplerinde bir uyum olması için çaba harcarlar. Çünkü bu bir yaşam biçimidir. Şirketler için önemli bir değerlendirme kriteridir.
Peki özsaygı sonradan kazanılabilinir mi?
Journal of Experimental Social Psychology’ de Ocak 2016’ da yayınlanan bir makaleye(*) göre özsaygı beş yaşından itibaren ölçülmeye başlanan bir olgu. Araştırmanın yazarlarından Anthony G. Greenwald durumu şöyle özetliyor: "Özsaygı çocukların sosyal kimliklerini nasıl oluşturduğu noktasında kritik bir rol oynuyor gibi gözüküyor. Bizim bulgularımız ilk beş yılın hayatın temeli olma noktasındaki önemi üzerinde duruyor.”

Yani yazının başında da belirttiğim gibi sonradan gelişimi zor. Burada en büyük rol aileye düşüyor. Değerli ebeveynler! Hani şu küçükken "bizim oğlan da çok dağınık kerata" diye başını okşadığınız çocuk var ya büyüdüğünde sistematik bir düzen isteyen iş hayatına girince büyük zorluklar yaşıyor. Tüm ebeveynlere duyurulur: “Çocuğunuzun gelecekte başarılı bir birey olmasını istiyorsanız ona özsaygı aşılayın!


Şirketlerin işe alım departmanlarının bir iş görüşmesinde dikkat etmesi gereken konulardan birine değinmek istedim bu yazımda. Ayrıca özsaygı, sadece işe alımda değil performans değerlendirmelerinde de yöneticilere ışık tutabilecek bir değerlendirme kriteri olarak da karşımıza çıkmaktadır.

Kaynaklar:

Bir Perakende Serüveni: 2101

21 Ocak 2101 Cuma. Saat 09:05. Mis gibi kızarmış ekmek kokusuyla uyandı bu sabah Mustafa. Pencereden yüzüne vuran gün ışığına göz...